top of page
WhatsApp Image 2024-04-12 at 15.34.33.jpeg

‘Gerçek’ten Gelen: Paniğe Lacancı Bir Bakış

13 Nisan 2024

Klasik psikanaliz literatüründe yer almasa da, ‘panik atak’ terimi güçlü bir tanımlayıcı olarak kabul görmekte ve birçok insan bu terimle yaşadığı deneyimi adlandırabilmektedir. Günümüzde artan ilişki problemleri ile beraber, panik atak, psikanalize ve psikoterapiye başvurmanın en önemli sebeplerinden biri olmaktadır. Kâr odaklı bir sistem, dayanışmanın azalması ve yalnız kalabalıkların artması, simgesel bağların ve toplulukla özdeşleşmenin zayıflamasına yol açmaktadır.  Panik atak da bir yanıyla, bu fırtınalı denizde boğulan bireyin çığlığı gibidir. Gelin, panik atak olarak anılan olgunun Lacancı psikanaliz literatüründeki karşılığına birlikte bakalım.

Bu yazımda Strubbe ve Vanheule (2014) tarafından kaleme alınan  The Subject in an Uproar: a Lacanian Perspective on Panic Disorder metnine çok kez başvuracağım.

Panik atak terimi Sigmund Freud’un zamanında kullanılmasa da, Freud, “kaygı nevrozu” (1895) olarak adlandırdığı bir durum üzerinde çalışmıştır.  Bu çalışmalarda Freud kaygı nevrozu semptomlarını “gerçek nevrozlar” kategorisine dâhil etmiştir. Bu nevrozlarda semptomlar, işlenmemiş kaygı ve somatik belirtilerle sınırlıdır. Freud’a göre kaygı nevrozu vakalarında gerçek nevrotik fenomenler ile, zihinsel temsillerle ilişkilendirilemeyen bir karşılaşma gerçekleşir ve bu da Hilflosigkeit ya da çaresizlik hissine yol açar. Bu durum, psikonevrozlardan farklıdır çünkü psikonevrozlarda semptomlar bilinçdışı arzularla bağlantılıdır. Freud, gerçek nevrozların kökenini dürtülerde görür. Freud’a göre bu nevrozlar, geçmiş travmalardan ziyade hastanın bugünkü yaşamındaki sorunlara bağlıdır. Bu nedenle Freud, klasik psikanalizin bilinçdışı çatışmaları keşfetme yönteminin kaygı nevrozları için uygun olmadığını düşünür. Freud’a göre kaygı nevrozu, bilinçdışı arzularla bağlantılı bir semptom değil, anlık ve otomatik bir kaygı biçimidir. Başka bir deyişle, dürtü boyutunun saf bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Travmatik bir deneyime benzer şekilde anlamdan yoksundur ve tam da bu nedenle kişiyi bunaltır (Strubbe & Vanheule, 2014).

Farklı yazarlar panik bozukluğa farklı bakış açıları sunmaktadır. Fonagy ve arkadaşları (2002) panik bozukluğunun kökenini, erken dönem bağlanma ilişkilerinde içsel durumların işlevsiz bir şekilde yansıtılmasına ve bunların sembolize edilemeyen olarak deneyimlenmesine bağlar. Zihinselleştirilmemiş duyguların panik ataklara yol açabileceğini öne sürer. Panik Odaklı Psikodinamik Psikoterapi (PFPP)’yi geliştiren Weill Cornell grubu, panik atakları bir savunma semptomu olarak görür (Milrod ve ark., 1997). Bilinçsizce belirlenen sinyal kaygısının panik ataklarda rol oynadığını savunur. Panik atakların altında yatan tipik çatışmaların yakın ilişkilerde ayrılma ya da “boğulma” korkusuyla ilgili olduğunu öne sürer. Böyle bir temele dayandırdığı için panik atakların anlamını yorumlama ve hastanın temel bilinçdışı çatışmaları anlamasını kolaylaştırma üzerine çalışır. Aktarım mekanizması aracılığıyla psikoterapiyi gerçekleştirir (Strubbe & Vanheule, 2014).

Lacan ise 1940’larda ve 1950’lerde kaygı ve paniğe pek ilgi duymuyordu. Bu konunun dikkatimizi gösterenin mantığından, yani psikanalizin temelinden uzaklaştırdığını düşünüyordu. Ancak 1962-1963 yıllarında Lacan, Kaygı üzerine bir seminer düzenledi ve bu konudaki düşüncelerinde bir değişim gözlemlendi. Kaygıyı Simgesel ve Gerçek arasındaki kesişme noktasında oluşan problemler olarak ele aldı. Bir Gerçek unsurun Simgesel-İmgesel çerçeveyi kurması durumunda kaygının ortaya çıktığını öne sürdü. Lacan’ın panik üzerine düşünceleri ise yukarıdaki her iki modeli de bütünleştiren bir yapıdadır: Bazı panik vakaları, bilinçdışına itilen travmatik deneyimler tarafından etkilenir yani bastırmaya uğrar. Diğer vakalarda ise panik ataklar, söz ile temsil edilemeyecek kadar yoğun ve ilkel bir dürtüsel gerilimden kaynaklanır. Yani panik atakların temelinde çalışma bastırmanın olup olmadığı etrafında dönmez. Gerçek nevroz ve psikonevroz karışık bir şekilde görülebilir (Strubbe & Vanheule, 2014). Lacan’ın yaklaşımına göre en önemli nokta, panik atakların özünde bunalmışlık/boğulmuşluk hissinin olduğudur. Bu durum, bilincin “Gerçek” tarafından işgal edilmesi ve ani bir çaresizlik hissi yaratılması ile ortaya çıkar.  Bu adeta, kaygı tarafından haber verilen tehdidin somutlaşması ve gerçekleşmesi gibidir. Bunun altında genellikle güçlü bir “görmezden gelme tutkusu” ve bireyin öznelliğinin merkezini etkileyen konulardan kaçınma eğilimi yatar (Lacan, 1962-1963).

Burada öncelikle Lacan’ın öğretisinde yer alan İmgesel, Simgesel ve Gerçek kavramlarına kısaca göz atmamız gerekir. İmgesel, öznenin benliğine dair tutarlı ve bütünlük oluşturacak deneyimlerinin, imgelerinin narsisistik bir tamamlanmışlık hissiyle tanımlanmaya çalışıldığı ilüzyonel bir alandır. Öznenin kendisinden yabancılaşması burada gerçekleşmeye başlar. Sonrasında ise Simgesele geçilir. Simgesel olan ise Öteki ile ilgilidir. Lacan’a göre benlik ve dünya algısı, “Öteki” ile etkileşim ve dil aracılığıyla oluşur. Önemli Ötekiler bize dili ve anlamları aktarır. Bu sayede kendimizi ve dünyayı simgesel bir düzende konumlandırabiliriz. Bastırmanın temelinde ise imgesel eğilimlerin yattığı öne sürülür ve analist, dil içerisindeki göstergelere, kelimelere ve konuşmanın muğlaklığına dikkat ederek bastırmanın üstesinden gelir. Oysaki Gerçek, insan deneyiminin kaotik ve anlamsız bir boyutunu temsil eder. Bu boyut, dil veya ego tarafından tam olarak kontrol edilemez ve öznenin benlik algısıyla uzlaştırılması zordur. Gerçek, aynı zamanda öznenin iç dünyasına nüfuz eden ve onu tedirgin eden bir “dışsallık” olarak görülebilir. Örneğin, Küçük Hans vakasında Küçük Hans’ın bebeklik ereksiyonları sırasında yaşadığı tedirginliği hatırlayalım. Schreber ise çiftleşme eylemine boyun eğen bir kadın olmanın güzel olabileceğini düşündüğünde nasıl da şaşkınlığa uğramıştır. Her iki durumda da gerçek, sembolik düzen tarafından kontrol edilemeyen bir aşırılık unsuru olarak ortaya çıkar. Bu aşırılık unsuru, öznenin egosunu tehdit etmekte ve tedirginliğe sebep olmaktadır. Gerçek, rüyalarda tekrar tekrar geri dönen travmatik deneyimlerde de görülebilir. Bu deneyimler, anlamlandırılamayan ve benlik algımızı tehdit eden aşırı unsurlar içerir (Strubbe & Vanheule, 2014).

Aynı zamanda, Gerçek unsur, çağrışımsal ve doğrudan olarak bir bastırılmış gösterene gönderme yapabilir ve işte bu gösterenin beklenmedik bir şekilde ortaya çıkması egoyu bunaltan bir durum olabilir. Lacan, anlatısında Freud’un Schelling göndermesine,  Unheimlich, yani tekinsiz olana, gizli ve saklı kalması gereken ama gün ışığına çıkan şeye vurgu yapar. Freud-Fliess yazışmalarında Freud (1887 – 1904), Bay E vakasından bahseder. Bay E, on yaşında siyah bir böceği yakalamaya çalışırken bir kaygı atağı geçirir. Böcek Almanca’da Käfer demektir, böcek kelimesini uğur böceği (Marienkäfer) kelimesi ile ilişkilendirir. Bu bağlantı öncesinde ise ismi Marie olan annesi hakkında konuşmaktadır.  Fransız bir bakıcısı olan Bay E, Almanca öğrenmeden önce Fransızca konuşmaya başlamıştı. Käfer kelimesi ona Fransızca’da bulunan “que faire? = birinin kararını verememesi ..." ifadesini çağrıştırmıştı. O yıllarda annesinin evliliği konusunda kararsızlık yaşadığı ve Bay E’nin bu konuyla ilgili konuşmalara kulak misafiri olduğu ortaya çıktı. Annesinin evliliği konusunda kararsızlığı Bay E’yi etkilemişti. Bay E'nin böcek ile ilgili kaygı atağı, annesinin evliliğiyle ilgili bilinçdışı tereddütleriyle bağlantılıdır. Bu haliyle, ezici/bunaltıcı bir durumdur. Freud’un aksine, Lacan kaygıyı, kayıp veya kastrasyon ile değil, olmaması gereken yerde beliren bir nesne ya da temsilin deneyimiyle ilişkilendirir. Lacan’a göre kaygı, “bir eksikliğin eksikliği” ile ilgilidir. Bastırma, zihinsel temsillerde bir eksiklik yaratırken, bastırılmış bir unsurun aniden ortaya çıkması bu eksikliği eksik hale getirir ve ilkel panik deneyimine yol açar (Lacan, 1962 – 1963). Bu da bastırılmış unsurların da paniğin kaynağı olabileceğini düşündürtür.

Panik ile çalışmada Lacancı Psikanaliz ne yapar?

Lacan, öznelliğin temelinde Gerçek olabileceğini öne sürmektedir. Kim olduğumuza dair fikrimizin temelinde bir bilmeme olduğunu savunur. Bu bilmeme, öznelliğin merkezini oluşturur ve “ben kimim?” sorusu öznenin merkezinde yer alır. Bu varoluşsal sorunun temelinde dört temel konu yatar: Cinsellik ve cinsel kimlik, üreme, ilişkiler ve aşk, yaşam ve ölüm. Bu konular, özneden daima kaçan bir Gerçek bileşeni taşır. Ego, bu Gerçek’i bastırmaya çalışır, ancak bu Gerçek çeşitli yaşam olayları tarafından tetiklenerek tekrar ortaya çıkar. Öznenin bu temel soruya dil aracılığıyla bir yanıt vermesi gerekir. Bu yanıt, öznenin kimlik konumunu ifade eder. İşte, öznenin bu temel soruya verebileceği tek yanıt, Gerçek bileşeni etrafında inşa edilmiş bir sözel anlatıdır (Strubbe & Vanheule, 2014).

Lacancı psikanalizde analistin amacı, “gerçeği vurmak”tır. Bunu yapmak için analist, müdahaleleri aracılığıyla analizanın simgeleştirme sürecine girmesini teşvik eder. Bu sayede analizan, onu rahatsız eden şeylere bir “isim” bulabilir. Bu çalışmanın amacı sadece bastırılmış göstergeleri veya fantezileri açığa çıkarmak değil, aynı zamanda analizandan daha önce hiç söylemediği şeyleri de dile dökmesini sağlamaktır (Fink, 2007).

Nevrozda semptom, genellikle acı çeken tarafı bastırmadan parçalarına ayrılarak çözümlenir. Ancak panikte durum farklıdır. Panikte semptom, bir set işlevi görür ve bu set işlevi bozulmuş gibidir. Bu nedenle panikte yapılması gereken şey, semptomu çözümlemek değil, aksine bu set işlevini yeniden kurmaktır ve adeta laboratuvar bir semptom inşa etmektir. Bu da paniğin anlamın tersi olduğunu yani anlamın yokluğu olduğunu kabul etmek demektir. Yorumlanamaz ve Gerçektir. Öznenin varoluşunda anlamsız bir delik açar. İşte tedavi de bu deliğe düşmekten kaçınmak için deliğin etrafında simgesel bir baraj inşa etmeye benzer (Focchi, 2021). Bu baraj, fobik bir nesne inşa ederek veya yaklaşılmaması gereken alanları göstererek öznel dünyanın sınırlarını belirler. Bu, bir bakıma aktif hale getirilen bir fobidir. Bu bakış açısına göre fobi, bir patoloji değil, sınırların belirlenmesi olarak görülür. Benzer şekilde, geç Lacan’ın bakış açısına göre nevroz tedavisinde de mesele semptomu bastırmak değil, onu üretken hale getirmektir. Semptom, nevrotik acıdan sıyrılıp bir zevk belirtisinin işlevi haline getirilir. Öte yandan, paniğin sürdürülemez bir aşırı yükün varlığı olarak görüldüğü yerde, öznenin arzu yolunu yeniden etkinleştirmesine izin veren bir eksiklik için yeniden bir yer oluşturmak gerekebilir. Bunun için depresif duygulanıma geçiş gerçekleşir. Bu geçiş pasif bir vazgeçiş gibi değil, kaybın yeniden ele alındığı ve arzu olasılığının yeniden harekete geçirildiği bir zamanı teşkil eder. Tekrar üzerinden geçmek gerekirse, “delik” ve “eksiklik”, Lacan'ın öğretisinde farklı anlamlar taşır. Delik, simgesel yapıya indirgenemeyen bir gerçeği temsil ederken, eksiklik sembolik düzene dâhildir. Burada eksiklik, arzuyu harekete geçirendir. Delik, daha çok paniğin dayattığı acil durumla ilgilidir. Panik atak geçiren ve bu şikâyet ile gelen hastalarda aciliyet anları ile simgesel yapılar üzerinde çalışmanın mümkün olduğu anlar arasında gidip gelinir. Hastaya belirli bir anda neyin gerekli olduğunu anlamak analistin duyarlılığına bağlıdır (Focchi, 2021).

Kaynakça

Fink, B. (2007). Fundamentals of Psychoanalytic Technique. New York: Norton.

Focchi, M. (2021). Panic as a phenomenon of modernity. In Lacanian Psychoanalysis in Practice (pp. 155-164). Routledge.

Fonagy, P., Gergely, G., Jurist, E., & Target, M. (2002). Affect Regulation, Mentalization, and the Development of the Self. New York: Other Press

Freud, S. (1887–1904). The Complete Letters of Sigmund Freud to Wilhelm Fliess, transl. J.M. Masson. Cambridge: Harvard Unuversity Press, 1985.

Freud, S. (1895). On the grounds for detaching a particular syndrome from neurasthenia under the description “anxiety neurosis.” Standard Edition 3:90–115.

Lacan, J. (1962–1963). Le séminaire 1962–1963: Livre 10. L’angoisse. Paris: Éditions du Seuil, 2004

 

Milrod, B.L., Busch, F.N., Cooper, A., & Shapiro, T. (1997). Manual of Panic Focused Psychodynamic Psychotherapy. Washington, DC: American Psychiatric Press

 

Strubbe, G., & Vanheule, S. (2014). The subject in an uproar: a Lacanian perspective on panic disorder. Journal of the American Psychoanalytic Association, 62(2), 237-266.

Gülşah Yavuz 

Uzman Klinik Psikolog & Psikoterapist

bottom of page